Dünya İçin Bir Dönemeç Türkiye İçin Bir Yol Ayrımı

Rome was so mighty that it could not fall. It had to vanish in a cloud, like so many of the mythical heros of antiquity, and to receive its apotheosis among the stars before men became fully aware that it had vanished from the earth!” — H. P. Lovecraft

Küresel ısınmanın* yol açtığı/açacağı kitlesel ve düzensi göçler ile salgınlar geleceğin en büyük sorunları olacak gibi gözüküyor*. Bir alıntıyla devam edelim. “Bu sarsıntı hepimizi etkileyecek, belki en fazla bizi, zira Türkiye de bu göçlerde hem transit ülke hem nihai varış ülkesi hem de AB’nin açık hava mülteci kampı. Bizim demografi külliyen değişecek. 250 milyona yaklaşan Pakistan, Afganistan’ın kalanları ve Orta Doğu Türkiye üzerinden boşalacak. Sadece Sahra Altı Afrika ülkelerinden 2050 yılına kadar beklenen iklim mültecisi sayısı 143 milyon. Bak, bu sadece iklim göçmeni. Bunun daha savaşçısı var, yoksulluktan kaçanı var, insanca yaşamak isteyeni var…“**

Şimdi de “yeni normal” ile ilgili olarak Tarım ve Orman Bakanı Sayın Yumaklı’nın açıklamalarına bakalım: “Dünya nüfusu 2050’de 10 milyar olacak. Türkiye’nin 2050 nüfusu 105 milyon… Gelecek bir o kadar misafiri de düşünürsek 2050’de en az 210 milyonluk nüfusun gıda ve su ihtiyacını karşılamamız gerektiği ortaya çıkıyor. Nüfus artışıyla birlikte iklim değişikliği, göç, birtakım daha önce adını hiç duymadığımız hastalıklar gibi hususların bizi kısıtlayacağını da düşünürsek buradaki risk faktörünü görmüş oluruz. Biz, bunların hepsini ‘yeni normal’ olarak niteledik ve Bakanlığımız bütün çalışmalarını buna göre dizayn etmeye başladı ve devam ediyor. ” (Haberin linki içn bkz. https://www.patronlardunyasi.com/…/yumakli-2050…/306072)

Tüm bunlar karşısında Türkiye’nin önünde iki seçenek vardır denir.

İlki çelik çekirdek bir ulus devlet olarak varlığını sürdürmektir. Gerekirse küçülmek, kadınları askere almak, Trump gibi sınıra Çin Seddi benzeri yapılar kurmak, frontex gibi oluşumları hayata geçirmek vb… İkinci seçenek de egemen inanç sistemini kullanarak göçleri özümsemek, gerekirse genişlemek ve geçmişindeki Müslüman Roma niteliğine dönmektir. Birincisi için ne ortak tarih, hedef ve değerler sistemi oturtabildik ne de bir toplum olmayı başarabildik. Kaldı ki liberal bir ekonomiyi, demokrasiyi oturtabilmek için uluslaşmayı başarmak gerekir. Avrupa Birliği’nin Brexit ile zayıfladığı, Trump’ın başkan olabildiği ABD’nin küresel ve ulusal sermaye ikileminde gerildiği (Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=YELUjjsOaYk&t=28s) Batı ülkelerinde milliyetçiliğin şaha kalktığı (Bkz. https://www.dunya.com/kose-yazisi/avrupanin-sagla-imtihani/711604) , küreselleşmenin yükselen sınırlarla ve korumacılıkla (ufak bir örnek için bkz. https://www.bloomberght.com/cin-den-avrupa-ya-korumacilik-uyarisi-2338308) sekteye uğradığı bir zaman diliminde, Dünyanın geleceğinde ulus devletlerin yükselişi var demek isterdim. Ama sanırım, ulus devletler her ne kadar hayatta kalmak için her şeyi yapacak olsalar da milyonların akınını, bir başka kavimler göçünü önleyemeyecekler. Hiçbir yapının radikal tedbirler almadan bunun altından kalkabileceğini düşünmüyorum. Bir ihtimal, ulus devletler Arap ülkelerinde ve göç veren yerlerde (ki modern devlet bile sayılmayabilirler) yeşerir, Uzak Asya’da ve tabii ki Çin’de, daha az bir olasılıklaysa Anglosakson dünyasında yaşamaya devam eder. Gelişmiş Batılı devletlerin, gelişmekte olan devletlere müdahale edip tarım ile hayvancılık için bir altyapı ve göçe yol açmayacak ekonomik bir sistem kurmadıkları, var olan sorunu neden yerinde çözmedikleri de ayrı bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Bu soruya verilen yanıtlar, kültürel yetersizlik ve coğrafi olanaksızlıklardan, kimi küreselci seçkinlerin varlıklarıyla ajandalarına kadar komplo teorilerine uzanan bir çeşitlilik gösteriyor. Diğer yandan açık ki göçlerle gelenler, gerek Batı ülkelerinde gerekse de Türkiye’de sermayedarlar için ucuz işgücü demek.

İkincisi için de ne Selçuklu ve Osmanlı’nın kuruluş dönemlerindeki gibi bir vizyon ne de çağı yakalamış bir kültürel birikim var. Eldeki tek şey kesif bir yozlaşma. Maddi ve kültürel sermayemiz olsa, biraz olsun altyapımız olsa Birleşik Krallık belki her ne kadar geleceği belli olmasa da doğru bir örnek olabilirdi. Yine de ikinci seçenek tercih edildiğine göre, geçtiğimiz günlerde Tarım Bakanının da açıkladığı üzere 200 milyon insanı nasıl birlikte yaşatacağız? Artık ulus devlet değiliz demek veya ortak bir dine sahip olmak, hatta otoriterlik ya da daha ileri bir gelecek baskınlaşacak kültürün (seküler kesim için zor gözüküyor) galebe çalması yeterli olacak mı? Küresel anlamda Türkiye’nin göçleri emerek Batı’yı koruyan bir rezervuar, çöplerin atıldığı bir arka bahçe olmayı üstlenmesi ve böylelikle aynı anda ucuz işgücü sağlaması da önemli bir rol olacak. Tabii bu kadar insanı Bangladeş gibi sınırları içinde tutabilirse. Bu arada belirtmem gerekir ki Türkçe öğrenen seküler yaşam tarzına sahip nitelikli göçmenlerin ve bu doğrultudaki yabancı öğrencilerin, Türkiye’de istihdam olanakları varsa, katkı sunacaklarını düşünenlerdenim. Hatta Türkiye Orta Doğu’da sekülerizmin kalesi olabilir ve bu yönüyle Orta Doğu’nun gençleri için bir çekim merkezi olabilirdi.

Şahsen şimdiye kadar hep ulus devletlerin varlığından yana oldum. İdeoloji, kesim, sınıf fark etmeksizin Türk Ulusunun varlığını önceledim. Türkiye’nin son açıklanan doğum oranları*** ve aşağıdaki rakamlar göz önüne alındığında, sanırım bir çağın daha sonuna geldik. Tüm bunlar öngörülüyordu ama beklenilenden erken gerçekleşti. Artık daha uygar bir dünya için, hatta uygarlığı korumak ve hayatta kalmak için mücadele vereceğiz. (Gidip Asimov’un Vakıf Serisini okuyayım.) Artı ulus devletleri savunmayı gereksiz kılacak yepyeni ve karanlık bir gelecek bizleri bekliyor olabilir. Tüm bunlara, göçlerle zayıflayacak ve hatta yıkılacak ulus devletleri, gelişmekte olan yapay zeka ve robotik teknolojileriyle artık insan unsuruna daha az gereksinim duyacak geleceğin “devletlerini” ve sermayeyi de eklemek gerekiyor. Elysium filmindeki (https://www.imdb.com/title/tt1535108/) gibi bir gelecek bizi bekliyor (Teknolojiye sahip az sayıda varlıklı seçkin insan ve fundemantalizmle teselli bulan geri kalan kitleler nüansıyla…)

Bana kalırsa insanlık daha mutlu olmayacak. Ulus devletler zayıflayıp tarih sahnesinden çekildikçe, hele ki Baudrillard’ın tasvir ettiği üzere gerçeklik ilkesinin yitirildiği çağımızda toplumsal ahlak buharlaşacak ve sosyal devlet kavramından da giderek daha az söz edilecek. Cyberpunk evreninde olduğu gibi büyük şirketlerin, türlü cemaatlerin insafına terk edileceğiz. Halbuki her ne kadar artık bizler için imkansız bir seçenek olarak gözüken ulus devlet olmak, en azından gelişmekte olan ülkeler için “…..geçmişe dönme projeleri karşısında geleceği inşa etme projesidir. Temel dayanağı yönetişim, kalkınma için çalışma, eğitimin kalitesinin artırılması, güçlü ve adil bir devlet aracılığıyla toplumda adalet ve eşitliğin sağlanmasıdır. Müttefiki de elbette güvenlik, siyasi ve sosyal istikrardır” denebilirdi.**** Cumhuriyeti kuran kuşaklarsa bunu, yüzyılın başında yaşadıkları acı tecrübelerle bence çok iyi idrak etmişti. Umarım devlet, bir orta nokta bulabilir, varlığımızı ezilmeden koruyabiliriz. Yine de galiba bundan sonra, doğaya (gaia) verilen hasarlarla geri dönüşü olmayan bir dönemeci geçtiğimizi kabullenmek, her şeye karşın iyi yönleriyle uygarlığın ayakta kalmasını dilemek ve bunun için farklı bir düzlemde, ulus ötesi yapılarda (bunlar her ne olacaksa) çabalamak gerekiyor!

———————————————————————————————————–

* Küresel ısınmanın tahmin edilenden daha ağır seyretme olasılığıyla ilgili olarak bkz. https://www.youtube.com/watch?v=4S9sDyooxf4 . Ayrıca küresel ısınma olgusuyla ilgili Türkçe bir program için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=BXoAOidHdXQ

** (Bu alıntının yer aldığı yazı için bkz. https://www.facebook.com/c.sunaydemircan/posts/pfbid0NET82UeFqGZzFoy23FCxCvSm9bG5ryqSW6RwLfzR7A9r6NpnUMVnEjWmsH7ycSDyl)

***”Türkiye’de canlı doğan bebek sayısı, geçen yıl 1 milyon 35 bin 795 oldu. Doğurganlık hızı, 2001’de 2,38 çocukken, 2022’de 1,62 çocuk olarak gerçekleşti. Bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığını gösterdi.” (Haberin linki için bkz. https://www.bloomberght.com/dogurganlik-hizi-dustu-2331434)

**** İlgili yazı için bkz. https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/4914751-b%C3%B6lgedeki-%C3%BC%C3%A7-proje-velayet-hilafet-ve-ulus-devlet

-Ayrıca, eski yazılarım için bkz. https://gecegezgini.wordpress.com/2016/02/08/tc-ulus-devletinin-tasfiyesi/

! Şurası kesin ki post modernizm insanlığın sorunlarını daha da derinleştirecek. Yukarıda sözü edilenlere ek olarak, İngiltere ile yapılan ticaret antlaşmalarından, teknoloji transferleri ile Kuşak Yol Projesine, küresel ekonomik düzenden (neo liberalizm, finansallaşma, mülksüzleştirme, enformasyon ve gözetim çağı) iddia edilen büyük sıfırlanmaya ve savaşlara kadar, Türkiye’nin jeopolitiğine ilişkin birçok kritik şey söylenebilir. II. Dünya Savaşı sonrası askeri endüstriyel kompleks egemenliğinde kurucu ulusal değerlerinden her geçen gün sapan ve hatta belki de bu nedenle uzun süredir mason başkan çıkartmayan ABD akla getirilebilir. (Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=cyZoUfNsUl8) Tüm bunlara uzak bir gelecek için post/trans- hümanizm (İnsanlık 2.0) akımları da eklenebilir. Hata woke akımlar, kuir kuramı, trans hümanizme ve cybperpunk bir dünyaya geçişte ufak bir basamak olarak dahi kabul edilebilirler.

Yorum bırakın