Değişen Türkiye, Değişen Değerler ve Boşa Düşen Söylemler

Kimilerine göre Cumhuriyet kuruluşundan beri, bir ikililiği içinde taşıyordu. Belki de Türkiye’de sınıfları buna göre ele almak gerekiyordu. Elitler(okumuşlar) ve halk. Osmanlı’da tıbbiye, harbiye, mülkiye ve hariciye sonrasında Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdu. Kimi zaman halk için halka rağmen harekete geçtiler. Tepeden inmeci olmakla eleştirildiler. Kimi zaman bu ikilik öğretmenlerin öyküleriyle, edebiyat eserlerine ve Yeşilçam’a yansıdı. Kimi zaman halk plaja akın etti, vatandaş denize giremiyor diye dalgası geçildi. Bugün de geçmişin eseri “yankıları” halkımızda görüyoruz, doktor dövüyoruz diye mikrofonlara konuşanların varlığı, beyaz yakalıları fakirleştiren ekonomi politikaları gibi. Yine de tüm bunlar geçmişin yavaş yavaş geride kalmakta olduğunu, yeni bir döneme girdiğimiz gerçeğine işaret ediyor olabilir. Diğer yandan da takip ettiğim çoğu muhalifin okumaları geçmişte kaldıklarını gösteriyor. Artık birçok yönüyle eski Türkiye yok. Bu da bunlardan birisi.

Artık tabandan tavana bir değişim var. Bu yüzden “bürokratik vesayetin” (her neyse) ortadan kaldırılması gerektiği söyleniyordu. Rejim ve hükümet sistemi değişti. Eskiden sermaye bürokrasinin yamacında serpilir, elitlerin içinde yer alırdı. Şimdiyse, bürokrasiden birçok kişinin akrabaları üzerinden ticari faaliyetleri var. Bürokrasi ve sermaye bütünleşti. Türkiye büyüdü, sermaye sahipleri arttı ve hatta büyük oranda sermaye el değiştirdi. Tüm bunlara ek olarak, niteliği tartışmalı ama oldukça fazla beyaz yakalımız da var. Üstüne eklenen dışarıdan gelen yeni vatandaşlarımız ve vatandaşlık bekleyenlerimiz. Eski ikilem ve güç ilişkileri ortadan kalkıyor olabilir. Halk için halka rağmen bir şey yapan, muasır medeniyet gibi endişeleri olan bir zihin dünyası değil, nasıl daha fazla rant ve para elde ederiz diye düşünen, 80’lerden sonra adım adım Dünya ekonomik sistemine tam olarak adapte olmayı başarmış bir zihiniyetle karşı karşıyayız. Artık sermaye ile tam bir bütünleşme sağlanmış durumda. Tek başına bürokrasinin tepen inme göreceli egemenliğini değil, mafya-bürokrasi-yeni bir sermaye yapısının içe içe geçip büyümesini gözlemliyor olabiliriz. Sırasıyla inşaat, turzim, tekstil üzerinden serpilen, bu yüzden de ne argeye, ne de bu paralelde yetişmiş insana ihtiyaç duyan, ranttan beslenen ve tam olarak tahkim edilmiş bir üstyapı. Vatandaşlık da satar, para karşılığı milyonlarca göçmeni de alır.

Televizyon dizilerinde bile orta sınıfın hikaylerini değil, zengin ailelerin içlerindeki entrikaları, ne iş yaptığını bilmediğimiz genç şirket veliahtlarının aşk hikayelerini izliyoruz. Değişimi gözlemlemek için eski Yeşilçam filmleriyle günümüzü karşılaştırmak bile yeterli. Eski Türk filmlerinde zenginler genelde yaşlı bir fabrikatör veya onunla çatışan genç oğlu olurdu. Şimdiyse faaliyetlerini bilmediğimiz, babalarından şirketi devralmış zengin gençleri izliyoruz. Fakir kız, zengin oğlan gerilimi ufak değişiklerle aynı kaldı. Artık tek bir aşkı kazanmanın bunalımından ziyade seçenekler arasında kalmanın yaşattığı çatışmalar daha ön planda. Çocuksuluk yok. Entrikalar ve rekabet göze çarpıyor. Eski dizilerdeki orta sınıf insanların (öğretmen, esnaf, memur vs.) rolleriyse, senaryonun artık merkezinde değil, sadece fakir kızın çevresiyle sınırlı. Gariban kızlarsa, umut satan dizilerin tersine zengin oğlanlarla evlenemedikleri gibi (artık servet de erkekler açısından bir seçilim nedeni), basında kurban gittikleri cinayetlerle, gördükleri şiddetle, yaşadıkları dramlarla gündeme geliyorlar.

Günümüzde toplumun genelinde idealizmin, dürüstlük söylemlerinin, kanaatkarlık ve mütevazılığın eski bağlamını bulamadığını deneyimliyoruz. Beyaz yakalılara eski saygı yok. Para mı itibar mı diye sorsak, belki de günümüzün insanlarının çoğu içlerinden para diye yanıtlayacaklar. Örneğin, Minur Özkul’un oynadığı karakterler artık sahnelerde veya ekranlarda dahi yaşamıyor. Yukarıdaki ikililik çerçevesinde eski Türkiye’de bürokrasi hakimdi ve kimi değerler buna göre oluşuyordu. Örneğin orta sınıf değerleri, okumak, akademik kariyer yapmak, mütevazi ve kibar olmak gibi. Tekrarlamak gerekirse, hiçbir bağlamları kalmadı.

Özetle, askerin, öğretmenin eski rollerini kaybettği, egemenliğ imüteahhitlerin aldığı, belediye gibi yönetilen bir ülke mi var artık? Bu yüzden de boomer kuşağın 80 öncesinden kalma diskurlarının, ülkeyi hala en geç 2010lara kadar takılı kaldıkları okumalarla yorumlamalarının bir geçerliliği yok. Boşalan bir kalıbın yenisi tarafından doldurulmasından ziyade, bence karşımızda yeni bir kalıp ve buna bağlı değerler evreni var*. Muhalefetin durumunu, düzenli olarak boşa düşüşünü biraz da bu açıdan düşünmek lazım. Yeni Türkiye bir gerçek. Buraya kadar okuyanlara teşekkür ederim.

Unnamed image

*Türkiye’de değerlerin giderek eriyip yok olması, toplumun önemli kısmı tarafından ahlakın çarpık bir biçimde kadın cinselliğine indirgenmesi, toplumun yaşadığı çözülme, sadece kadın cinayetlerini arttırmıyor, kurumlar da paralel bir şekilde çözülüyor ve buna bağlı olarak devletin de içi boşalıyor. Son dönemdeki mafya ifşaları buna örnek gösterilebilir.

Yorum bırakın